31 Ekim 2013 Perşembe

Samhain

31 Ekim - Samhain



Sevgili Dostlar,

Bu gece Samhain gecesidir.

Dünyalar arası perdenin en ince olduğu gece. 
Bu akşam bizden önce gelmiş-gitmiş olanları anmak için en uygun gecedir.

Ben Halloween marketing tarzından bahsetmiyorum. 
Halloween eski bir geleneğin, özünü kaybetmiş uzantısıdır.

Eski zamanlarda , insanlar henüz doğanın her olayı ve varlığı Tanrı'nın bir ifadesi olduğu bilincindeyken, ölmüş olanları bir hatırlama ve onlara saygı simgesi olarak yeni bitmiş harmanlardan bir pay, adak olarak sunuluyordu. 
"Trick or treat" eylemi bundan doğmuştur.

Biz de bu gece ölülerimizi analım. Küçük bir sunak yaratalım. Vefat etmiş olanların resimlerini ya da bize onları hatırlatan bir sembol koyalım. 
Örneğin benim Karl Dayım çocukluk boyunca bize kendi bahçesinde yetiştirdiği müthiş elmalarını yedirirdi. Onun için ben sunağıma güzel, parlak bir elma koyarım. Eski eşim hayatta olduğu süre kitap okumaktan çok haz duyuyordu, onu değerli bir kitap koyarak anarım. Anneannem gülleri seviyordu...

Taze çiçekler pozitif anılarınızı canlı tutmakta yardımcı olur, yaktığınız mumlar duygularınızı ve anılarınızı aydınlatır...
Çocuklarınızla birlikte bu ritüeli gerçekleştirdiğiniz zaman rahmetlilerin birkaç niteliğinden söz ederseniz, büyüklerini tanımaya fırsatları olur. Dayımın çok güzel sesi vardı ve koroda solist olarak söylüyordu, anneannem şifalı elleriyle hasta bitkileri, hayvanları ve insanları rahatlatabiliyordu...
Töreninizde, belki güzel bir müzik parçası çalarak veya söyleyerek, analar ve atalarınıza,  size ilettikleri, armağan ettikleri ve öğrettikleri için, 
onlara teşekkür edin.

Anneanneciğim, bana şifalı ellerinin gücünü miras verdiğin için,
Alex Dedeciğim, bana bilgi edinmenin ne kadar zevkli olduğunu öğrettiğin için,
Babaanneciğim, bana insanın her yaşta güzel olduğunu gösterdiğin için,
Arnulf Dedeciğim, bana en ciddi durumda bile gülmek için 
bir şeyin saklandığını görmeyi öğrettiğin için,
Karl Dayıcığım, bana iyi sebzenin tadını anlamayı öğrettiğin için,
Rüdiger Dayıcığım, bana misyonumdan vazgeçmemeyi öğrettiğin için,
Horst Dayıcığım, bana gerçek zekanın esnek olmak ve uyum sağlayabilmek olduğunu öğrettiğin için,
Tarık'çığım, bana tam istediğim gibi bir kız hediye ettiğin için,
Bütün tanıdığım ve tanımadığım büyüklerim, 
beni yaratmak ve şekillendirmekte yardımcı olduğunuz için, 
Size yüreğimden teşekkür ediyorum ve önünüzde saygıyla eğiliyorum.

Sizleri seviyorum, Silvia

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Hayata Gül Sun: BULUTLAR

Hayata Gül Sun: BULUTLAR: Şimdi mutfağımın camını açtım. Boylu boyunca uzanan yola bakıyorum. Yol her zaman ki kalabalığında değil ama sesler yine evin içine kadar ...

7 Ocak 2013 Pazartesi

18 Mayıs 2012 Cuma

Su'ya Şükürler

Havalar ne kadar güzel. Bazen sıcak, bazen serin, yağmurun bereketini hissedebiliyoruz.
Güneş, rüzgar, yağmurdan sonra derin bir toprak kokusu... Ne kadar şanslıyız !!!


Şu arada 4 elementin gücünü yoğun yaşıyoruz. 
Şimdi Doğa'ya teşekkür etmek için harika bir zamandır !
Suya teşekkür etmek için en doğru zaman. 

Sizlerle bir ritüel paylaşmak istiyorum.
Bu ritüel çocuklarınızla birlikte yaparsanız çok güzel olur :))
Çocuklarımızın ritüellere, kutlamalara ihtiyacı var!!
Onların doğaya olan bağlantılarının güçlenme ihtiyacı var.

Bu ritüel için bir kaseyi  tatlı suyla doldurun, tercihen doğal bir kaynaktan gelen su 
(yağmur, pınar, dere, gölet vb.'den) ya da cam şişede satılan içme suyu.

Sakin, kimsenin sizi rahatsız etmeyecek bir ortam yaratın.
Su kasesinin yanına mavi ya da beyaz bir mum koyup yakın.

Ellerinizi  20-30 cm el ayaları aşağıya doğru suyun üstüne tutun ve gözlerinizi kapatın.
Ayaklarınızın nasıl yere bastığının farkına varın ve derin ve sakin nefes alın.

Bedeninizdeki sıvılara kulak verin, dolaşımını hissedin ve kendinizi bu duyguya bırakın.
Ne kadar huzurlu, ne kadar sonsuz bir akışa bağlısınız... Nefesini sakince alıp verin.
Nefesiniz bu ritmiyle gelip gidiyor...

Bir süre böyle aktıktan sonra... yeniden su elemente odaklanmayı başlayın 
ve içinizde ya da sesli bu duayı tekrarlayın:

************************************************************
Sevgili Su,

Sana teşekkür ediyorum.
Senin gücünü ve yumuşaklığını anıyorum.
Gezegenimizin kanı olduğunu biliyorum.
Neleri görüyorsun, neleri duyuyorsun.
Bilgini benimle paylaşmanı istiyorum.

İnsanlığın bütün yaşadıklarını hatırlıyorsun.
İfade edilmemiş sırları taşıyorsun.
Bana yararlı olanları içimde uyandırmanı rica ediyorum.

Bize hayat verdiğin için sana teşekkür ediyorum.
Annemin rahminde, okyanusların genişliklerinde,
Her zaman beni taşıyorsun, her zaman bana sarılıyorsun.

Hücrelerimde beni besliyorsun.
Bedenimin damarlarında ve göz damlalarımda akıyorsun.
Beni duygularıma, sevgime ve hayallerime bağlıyorsun.
Beni arındırıyorsun ve bana şifa getiriyorsun.
Beni canlandırıyorsun.

Sen bana aitsin ben sana aitim. 
Seni kutsuyorum ve sana saygı duyuyorum.
Benim için var olduğuna şükür ediyorum.
************************************************************

Bu duadan sonra kasedeki suyundan birkaç yudum için, 
geri kalanla yüzünüzü, ellerinizi ve ayaklarınızı yıkayın.

Suyun sizi nasıl temizlediğini, güçlendirdiği ve sakinleştirdiğini hissedeceksiniz.

Huzurlu gelsin,
Silvia






8 Kasım 2011 Salı

Artık sokaklarda kurban kesilmediğine çok üzülüyorum...

Kurban kesmek artık gizli saklı bir şey oldu. Kurban eden, Kurban’ın kesilmesini seyredecek kadar da yürekli değil. Parasını bastırıp, satana “sen seç” diyerek, hayatına kıydığı hayvanla sıfır temasta bulunmaya çalışıyor, anonim bir fail olmayı tercih ediyor.

Bu “pis” işe bulaşmak istemeyen, çay bahçesinde rahatça çayını içerken ya da “stresli” bayram alış-verişleri yaparken, ona kurban “düşmüş” hayvan öldürülüyor, derisi soyuluyor, parçalanıyor. Market tarzında paketlenmiş “Kurban” onu bu hale sokanın eline geçiyor ve eve getiriliyor.

İhtiyacı olan birilerini tanımadıkları için, tek yaşayan bir teyzeye bir pay veriliyor ya da komşularla değiş-tokuş yapılıyor. Gerisi dip frize atılıyor, bayram tatiline çıkıldığı için eti pişirmeye vakit olmuyor. Her gün zaten et yemeğe alışkın bir ortamda kesilmiş Kurbanın kutsallıktan izi dahi kalmıyor.

Dip friz kapısını açınca koyun kafasıyla karşı-karşı gelmek cesareti olmadığından eve getirilmek istenmeyen kafa, kuyruk, ayaklar bırakılıyor ve takip edilmeyen yollarda atık olarak kayboluyor. Kimse hayvan derisiyle uğraşmak istemediği için, kesim yerlerinde bunu kara dönüştüren kurumlar “bağış” olarak hemen toplayı veriyorlar.

Dinin geri kalan kurallarını yerine getirmeyen Müslümanlar günlük namaz kılmadan, cumaya gitmeden, bayramdaki tatil sofralarında içki içerek hatta kurban etinin yanına bile rakı koyarak sevap bekliyorlar.
Aslında sevap bile beklemiyorlar; esas öbür dünyada ceza yemekten korkuyorlar. Tanrı’yla pazarlık yapmaya çalışıyorlar…

Bir de öteki tür vatandaşımız var. Kurban bayramını kınıyor, sokaklarda, meydanlarda kurban kesmeyi ve kanlarını umumi alanlara akıtmayı vahşet olarak görüyor. Gözün önünde kesimi hijyenik bulmuyor, bu kanlı adetin yerine getirilmesine çok kızıyor… fakat geri kalan günlerde pirzolasını da yiyor, köftesinden vazgeçemiyor, tereyağında kızartılmış sucuğa bayılıyor. Sadece yedikleri ve tat aldıkları “hayvan cesedi” olduğunu kendisinden bile saklamaya çalışıyor. “Kurban” olarak bayramlarda kıyamadığı hayvanları yılın geri kalan zamanında lopur-lopur yutuyor. Şehrinin dışında, kapalı kapıların arkasındaki dehşet uygulayan sistemi kabul ediyor.

Bir de dininin kurallarına göre yaşayanlara geleyim. Kutsal Kitaplara göre Hz. İbrahim, kendine ne kadar zor geldiyse de, kendinden bir parçayı, kendi canı kadar kıymetli olan, feda etmesi ona zor gelen kendi oğlunu İsmail’i Allah’a adak etmeğe hazırmış. Bu kurban etme durumu onun içini yemiş, onun nefsini kesmiş ve ona dayanılamaz bir görev gibi gelmiş. Tanrı bu fedakârlığını görerek ona oğlunu bağışlamış ve koyunu bir fidye olarak kabul etmiş. Kurbanınız sizde aynı duyguları uyandırıyor mu? Eğer etmiyorsa o zaman “fedakârlık” etmemiş oluyorsunuz. Alıştığınız bir tarzı, her zaman yaptığınız bir şeyi feda etmek daha fazla kabul görür. Gerçekten “canınızı yakan” bir fidye yerine getirmek, şu aralarda doğal bir felakete kurban gitmiş olan ailelere destekte bulunmak daha büyük sevaptır. İçinizde tereddütler olsa bile, yaptığınız yardımların doğru ellere geçmese bile, verdikleriniz yağmalara uğrasa bile, PKK’ya düşse bile, kıymeti anlaşılmasa bile, yetersiz kalsa bile, sizin niyetiniz önemli sayılır.

Bu yardım sizin durumunuzu zorluyorsa ve de göndermek sizi zahmete sokuyorsa, o zaman gönülden bir şeyleri koparmış oluyorsunuz ve gerçekten Allah aşkına kurban etmiş oluyorsunuz.

Kansız Bayramlar, Silvia

Dokunuş

Özel bloguma hoş geldiniz !

Bu blog benim kişisel düşüncelerimi, duygularımı, fikirlerimi yansıtıyor...
beni sevindiren ya da üzen, kızdıran ya da mutlu eden şeyleri paylaşıyorum... 
kısaca bana dokunmuş olanlardan bahsediyorum...

Yazılarımın sizde bir yankı bulmasını umuyorum... 
ben kalbinize hafifçe bir dokunuş ile ulaşmaya çalışıyorum...

onun için içimden nasıl geliyorsa yazıyorum...
Türkçem mükemmel olmasa bile... bazı kelimelerim hiç böyle kullanılmasa bile ...

Size gönlümden bir parça sunuyorum...

Sevgiyle 
Silvia