8 Kasım 2011 Salı

Artık sokaklarda kurban kesilmediğine çok üzülüyorum...

Kurban kesmek artık gizli saklı bir şey oldu. Kurban eden, Kurban’ın kesilmesini seyredecek kadar da yürekli değil. Parasını bastırıp, satana “sen seç” diyerek, hayatına kıydığı hayvanla sıfır temasta bulunmaya çalışıyor, anonim bir fail olmayı tercih ediyor.

Bu “pis” işe bulaşmak istemeyen, çay bahçesinde rahatça çayını içerken ya da “stresli” bayram alış-verişleri yaparken, ona kurban “düşmüş” hayvan öldürülüyor, derisi soyuluyor, parçalanıyor. Market tarzında paketlenmiş “Kurban” onu bu hale sokanın eline geçiyor ve eve getiriliyor.

İhtiyacı olan birilerini tanımadıkları için, tek yaşayan bir teyzeye bir pay veriliyor ya da komşularla değiş-tokuş yapılıyor. Gerisi dip frize atılıyor, bayram tatiline çıkıldığı için eti pişirmeye vakit olmuyor. Her gün zaten et yemeğe alışkın bir ortamda kesilmiş Kurbanın kutsallıktan izi dahi kalmıyor.

Dip friz kapısını açınca koyun kafasıyla karşı-karşı gelmek cesareti olmadığından eve getirilmek istenmeyen kafa, kuyruk, ayaklar bırakılıyor ve takip edilmeyen yollarda atık olarak kayboluyor. Kimse hayvan derisiyle uğraşmak istemediği için, kesim yerlerinde bunu kara dönüştüren kurumlar “bağış” olarak hemen toplayı veriyorlar.

Dinin geri kalan kurallarını yerine getirmeyen Müslümanlar günlük namaz kılmadan, cumaya gitmeden, bayramdaki tatil sofralarında içki içerek hatta kurban etinin yanına bile rakı koyarak sevap bekliyorlar.
Aslında sevap bile beklemiyorlar; esas öbür dünyada ceza yemekten korkuyorlar. Tanrı’yla pazarlık yapmaya çalışıyorlar…

Bir de öteki tür vatandaşımız var. Kurban bayramını kınıyor, sokaklarda, meydanlarda kurban kesmeyi ve kanlarını umumi alanlara akıtmayı vahşet olarak görüyor. Gözün önünde kesimi hijyenik bulmuyor, bu kanlı adetin yerine getirilmesine çok kızıyor… fakat geri kalan günlerde pirzolasını da yiyor, köftesinden vazgeçemiyor, tereyağında kızartılmış sucuğa bayılıyor. Sadece yedikleri ve tat aldıkları “hayvan cesedi” olduğunu kendisinden bile saklamaya çalışıyor. “Kurban” olarak bayramlarda kıyamadığı hayvanları yılın geri kalan zamanında lopur-lopur yutuyor. Şehrinin dışında, kapalı kapıların arkasındaki dehşet uygulayan sistemi kabul ediyor.

Bir de dininin kurallarına göre yaşayanlara geleyim. Kutsal Kitaplara göre Hz. İbrahim, kendine ne kadar zor geldiyse de, kendinden bir parçayı, kendi canı kadar kıymetli olan, feda etmesi ona zor gelen kendi oğlunu İsmail’i Allah’a adak etmeğe hazırmış. Bu kurban etme durumu onun içini yemiş, onun nefsini kesmiş ve ona dayanılamaz bir görev gibi gelmiş. Tanrı bu fedakârlığını görerek ona oğlunu bağışlamış ve koyunu bir fidye olarak kabul etmiş. Kurbanınız sizde aynı duyguları uyandırıyor mu? Eğer etmiyorsa o zaman “fedakârlık” etmemiş oluyorsunuz. Alıştığınız bir tarzı, her zaman yaptığınız bir şeyi feda etmek daha fazla kabul görür. Gerçekten “canınızı yakan” bir fidye yerine getirmek, şu aralarda doğal bir felakete kurban gitmiş olan ailelere destekte bulunmak daha büyük sevaptır. İçinizde tereddütler olsa bile, yaptığınız yardımların doğru ellere geçmese bile, verdikleriniz yağmalara uğrasa bile, PKK’ya düşse bile, kıymeti anlaşılmasa bile, yetersiz kalsa bile, sizin niyetiniz önemli sayılır.

Bu yardım sizin durumunuzu zorluyorsa ve de göndermek sizi zahmete sokuyorsa, o zaman gönülden bir şeyleri koparmış oluyorsunuz ve gerçekten Allah aşkına kurban etmiş oluyorsunuz.

Kansız Bayramlar, Silvia

Dokunuş

Özel bloguma hoş geldiniz !

Bu blog benim kişisel düşüncelerimi, duygularımı, fikirlerimi yansıtıyor...
beni sevindiren ya da üzen, kızdıran ya da mutlu eden şeyleri paylaşıyorum... 
kısaca bana dokunmuş olanlardan bahsediyorum...

Yazılarımın sizde bir yankı bulmasını umuyorum... 
ben kalbinize hafifçe bir dokunuş ile ulaşmaya çalışıyorum...

onun için içimden nasıl geliyorsa yazıyorum...
Türkçem mükemmel olmasa bile... bazı kelimelerim hiç böyle kullanılmasa bile ...

Size gönlümden bir parça sunuyorum...

Sevgiyle 
Silvia